Yenileniyor
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyon
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkari
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • İstanbul
  • İzmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • K.Maraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
--
--
--
--
Son Dakika Haberler

DEVLET.!542 defa okundu

, kategorisinde, 07 Nis 2019 - 11:33 tarihinde yayınlandı

Franz Oppenheimer Devlet adlı eserinde fetih kuramını oluşturarak, “hareketli çoban toplumların yerleşik tarımcı toplumları yenilgiye uğratıp haraç almalarını ve bu haraca araç olarak da devlet adlı örgütü oluşturduklarını söyler.

Platon ise “birlikte yaşama zorunluluğundan doğan” birlik ve beraberliğin sembolü olarak değerlendirir. Aristoteles’te yine birlikte yaşamanın “doğal bir oluşum süreci” olarak nitelendirir.

Hobbes’da herkesin herkese karşı savaşını sona erdirmek için ortaya çıkan düzen ve kanun belirleyici mekanizma olarak değerlendirir. Rousseau, ise birlikte yaşamak zorunda olan insanların ortak toplum sözleşmesinin sonucu olarak değerlendirir.

Fichte’de saf insan amacının yüce aracı olarak görür devleti. Bu kıssadan hisse tanımların dışında “sınıf üstünlüğü örgütü” olarak tanımlayan Engels’te devletten bir kesimin diğerleri üzerindeki üstünlüğünü koruma aracı olarak bahseder.

Bizce de Devlet; insan, toprak, egemenlik, özgürlük gibi ortak müşterekler içerisinde yaşamak zorunda olan ve ortak kaderi paylaşan insanların birlik ve beraberliğini sağlayabilecek, karşı karşıya kaldığı sorunlara çözüm üretebilecek, her nevi insani maddi ve manevi ihtiyaçları karşılayabilecek sosyal, beşeri kurumsal bir yapı ve insanlardan müteşekkil bir örgüttür.

Uhdesinde bulunan insanlar karşısında eşitlik ve adalet ilkeleri ile herkes için güvenirliliği ve geçerliliği söz konusu olan, bir kişiye ve zümreye imtiyaz ve egemenlik hakkı tanımaması gereken, yine uhdesinde yaşayan insanı merkez alıp, onu mutlu, müreffeh, tok ve özgür yaşatabilen ve kendiside bu cansuyu değerleri içerisinde ancak yaşayabilecek olan canlı bir organizmadır.

Bu saiklerle insan için yine insanlar tarafından kurulan bu yapının devamlılığı sürekliliği yine insani hasletler odaklıdır.
Nereye mi gelmek istiyorum;

İnsanlık tarihi içerisinde yerleşik ve çoğul yaşamın başlaması ile birlikte sosyal ve ekonomik yaşamı tasarlamak üzere kurulan devletler arasındaki güç ve hakimiyet kurma mücadelesi ile günümüze kadar gelmiştir.

Milletini mutlu ve özgür kılabilen devletler ayakta kalabilmiş, bunu başaramayanlar, farklı toplumların hakkına ve hukukuna tenezzül ederek zulüm ile abad olacağını sanan devletlerinin ve milletlerinin devamlılığını sağlamaya çalışanların zamanla yıkılmaları mukadderat olmuştur.

Belki günümüzde, emperyalizmin ete ve kemiğe bürünmüş bazı batılı devletlerin zulüm üzere hakimiyet altına aldığı ve himaye ettiği devletler silsilesini çelişki olarak değerlendirebilirsiniz, lakin söz konusu devletler kendi içinde kendi halkına karşı tam bir sosyal hukuk devletini ikame etmeyi başarmış ve bunu başaramamış devletler ve milletler üzerinde bu hegemonyalarını ancak sağlayabilmekte ve bunu da yine kendi devletlerinin ve milletlerinin devamlılığını, rahat ve tok yaşayabilirliğini sağlamak üzere uygulamaktadır.

Aslında yakın siyasi tarihimizde Asya’da, Ortadoğu’da ve Avrupa ve Asya’nın en kritik eşiği olan Anadolu’da yaşadığımız olayları, hadiselere de bu açıdan yaklaşmamız gerekmektedir.

Sömürmek ve köleleştirmek üzere zihniyetini içselleştiren oryantalist batı; bakir henüz işlenmemiş olan yer altı ve yer üstü maddi ve beşeri kaynakları kendi menfaatlerine devşirebilmek üzere, Asya, Ortadoğu ve Kafkasya’da önce kendilerinin uydusu ve yetiştirmesi insanlar üzerinden bir liderler hegemonyası kurmuş, onların siyasal iktidarlarını desteklemiş, akabinde ya miyadları tamamlanınca, ya kontrolden çıkınca ya da kendi emperyal stratejileri değişime uğrayınca ya yönetim panzehirlerini devreye sokarak veya toplumları kendi içinde süspanse ettikleri terör örgütleri eliyle kavganın ve kaosun eşiğine sürüklemiş, nitekim uluslararası müdahale yapabilme kıvamına getirerek emperyalizmin taşeronu olmaktan öteye geçemeyen çok uluslu askeri güçlerin müdahalesi ile hegemonyalarını devam ettirebilmeyi başarabilmişlerdir.

İşte yakın tarihte Afganistan, Pakistan, Irak, İran, Hindistan, Libya, Suriye, Mısır, Filistin vb gibi Ortadoğu ve Asya ülkelerinin yaşadığı mukadderatın sebebi de budur.

Ve bu kaderin son yaşatılmaya çalışıldığı ülkede; bu toplumlara tarihte mihmandarlık ve sancaktarlık yapmayı başarmış, birliğini sağlayarak nice mazlum milletlere umut zalim milletlere de tokat olabilmeyi başarmış Müslüman Türk Milletidir ve Türkiye’dir.

Asya ve Ortadoğu bu Saikler ile kontrol altına alınıp dize çökertilmişken sıra Anadolu’ya gelmiş tamda açılım ve paralel politikalarının ülkeyi bölünmenin ve emperyalist kuşatılmanın eşiğine getirdiği, Başkanlık, Yarı Başkanlık veya Federatif yönetim biçimlerinin bir reçete olarak politik teveccüh ile karşılık bulup ülkemizin jeopolitik ve demografik hassasiyeti çerçevesinde deprem etkisi ile bir yıkıma dönüştürebileceği bir kritik eşikte müdahale edilebilecek kıvamda mısır benzeri bir darbe ile başarılmak istenmiştir.

İşte tamda bu kritik eşikte TÜRKİYEDE.! TÜRKLER.! SON TÜRK DEVLETİNİ koruma altına almıştır. Cumhur ittifakının da, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin de kuruluş felsefesi tamda budur.

Yaşanılan 24 Haziran ve 31 Mart seçimlerinin bu felsefeyi ve ruhu tescilleyip taçlandırması bu açıdan çokta önemli olmuş, ülkenin ve devletin bekası ile ilişkilendirilmesinin de haklı dayanağı olmuştur.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin tasarlandığı ve referandum, 24 Haziran ve 31 Mart seçimleri ile millet iradesi çerçevesinde taçlandırılıp kuruluşunun sağlandığı yeni bir yönetim sisteminin içerisindeyiz artık.

Ortadoğu ve Asya’da ki Müslüman devletlerin akıbetine uğramamak bu yeni sistemin başarısı ve devamlılığı direkt alakalıdır.

Popülist politikalardan uzak, şahsi ve siyasi menfaatlerden ırak, günü birlik hezeyanlar ve kahramanlık gösterilerin ötesinde yönetim ve sistem odaklı çözüm yolları arayışının bir üst devlet aklının yüksek öngörüsü ile kurumsallaştırılması ve sistemize edilmesi elzemdir.

İstiklali ve İstikbali hassasiyetler ile kurulmaya çalışılan bu yeni sistem ne şahsi nede siyasi kişi ve zümrelerin ikbaline kurban edilmemelidir.

Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yılında Tam Bağımsız Lider Ülke Türkiye idealine ve en ileri medeniyetler seviyesine bizleri ulaştırabilecek olan Sosyal Hukuk Devletinin ikamesi kişiler ve zümreler üzerinden değil, sistem ve kurumsallık ölçütleri ile değerlendirilmeli, kişiler bu kurumsal yapıyı sevk ve idare etmekle ve birlik ve beraberliğin sembolü olabilmekle mükellef olmalıdır.

Lider hegemonyası, zümre statükosu, sistem ve kurumsal yapının yumuşak karnı olup, yeni sistemin omurgasını teşkil etmemeli, liyakat ve ehliyet esasınca organizmanın beyni olabilme özelliği taşıyabilmelidir.

Dün statükonun ve hukukun kıskacında ki demokrasi tarihimiz, bu gün ise popülizmin ışığında, yarışmacı ve modern otoriteizm sonucuna dayalı sözde, göstermelik ve seçimsel demokrasiye ,siyasetin kıskacında sürüklenerek yeni bir demokrasi serüveni başlıyor gibi yeni sistemin icra noktasında ki yöneticileri tarafından kesinlikle algılanmamalıdır.

Aksi durumda; Bu süreç yüksek anlamların ve umutların yüklendiği Anayasa değişikliğinin itibarsızlaştırılması, devleti ve milleti güçlü kılması gereken yeni sistemi niteliğinden uzaklaştırması ve yürütme erki üzerindeki yönetimde birliği, temsilde adaleti, yönetimde istikrarı ve denetimi sağlaması gereken hukuk ve anayasayı, anayasasızlaştırma süreci ile karşı karşıya bırakma gibi bir riskle baş başa bırakır ki bu vebalin altından hiç kimse kalkamaz.

Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemi üzerinde gerek iç gerek dış mihrakların tek adamlık yaftasını haklı çıkaracak, popülist uygulamalar, siyasal tasarruflar, şov ve gösteriler sistemi asli yönetim ve sistem membasından uzaklaştırıp işlevselliğini sekteye uğratabilecektir.

Unutmayınız ki;

Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki süreçte, muhtemel dönemin konjüktürel öncelikleri ve zaruriyetleri bağlamın da; Millete rağmen statükonun kıskacında uygulanmaya çalışılan popülist rejim uygulamaları ; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikir ve düşüncelerinin istismar ve suistimali ile özdeşleştirilip onun şahsında kemalist bir sistemin oluşmasına vesile olmuş, özellikle vefatından sonra Gazinin ismi ile müstesna bir statükonun tek adamlık kapsamında millete rağmen bir yönetim biçimine dönüşmesine ve milletin de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile inanç,fikir ve ideal bağlamında maalesef ki bir yol ayrımına girmesine vesile olmuştur.

Özellikle o dönemin fikri ve ırki devşirmeleri, uluslar arası taşeronların Atatürk’ü kutsayıcı, tabulaştırıcı, ilahlaştırıcı yaklaşımları, zihniyetleri tek adama endeksli bir statükoyu doğurmuş, Genç Türkiye Cumhuriyeti o günlerden günümüze kadar maalesef ki sistem ve yönetim bazında Millet karşılığını tam anlamıyla bulamamıştır.

Günümüzdeki ve özellikle sistem geçişinin sağlandığı bu günlerde ki; bu minvalde ki taşeronlara, şakşakçılara, ırki ve fikri devşirmelere bu yeni sistemi bir kişi ile özdeşleştirmeye çalışan emperyalist statükonun çocuklarına çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Özellikle Atatürk’e rağmen ve yoğunlukla vefatından sonra ikamesi sağlanan Kemalist statükoya benzer saiklerle, demokrasi ve hukuk dışı uygulamalar ışığında, Millet için yeni bir popilist rejim ikamesi hassas bir terazide ölçülmeli ve bizce sonuçları iyi hesap edilmelidir.

Takdir edersiniz ki konjüktürel popülist rejimlerde her dönemin öncelikli ihtiyaçları ve problemleri çerçevesinde çözüm odaklı zihni ve fikri ayrışmalar, sapmalar ve bunlar etrafında ki söylem ve uygulamalar sunni ve geçici çözüm niteliği taşıyıp, değişen dünya öncelikleri ve konjüktürel zaruriyetleri karşısında bir saman alevi misali yanıp sönebilecek devletin ve milletin köklü problemlerine kalıcı çözümler üretemeyecektir.

Dünyada liberal demokrasinin işlevini kaybettiği, sekteye uğradığı bir dönem de, diğer taraftan Asya, Ortadoğu ve Kafkasya sahanlığının yeni dünya düzeni adına hunharça ve alçakça parçalandığı bir süreçte, bu kıta sahanlığının en kritik noktasında bulunan Anadolu’yu yine yeniden kontrollerine almaya çalışan emperyalist batının iç ve dış müdahalelerine karşı daha dik ve dirayetli, omurgalı bir duruş sergileyecek yetkinin ve sorumluluğun tek elde toplandığı güçlü bir iradeden yana tercih yapılmıştır.

Bu tercih Cumhurbaşkanlığı Sistemidir, kişi ve belli bir zümreye endeksli olmayıp Türk usulü ve bir sistem ve yönetim gerçeğidir.
Ülkemizde Hukukun mu? Demokrasinin mi? yada Siyasetin mi? birbirlerini korumaya mahir veya mecbur olmasının yoğunlukla tartışıldığı son günlerimiz de müeyyideler ışığında şüphesiz kaotik bir karmaşa söz konusu olduğu bir ortam da devreye giren yeni sistem.

Dün Hukukun siyasete müdahalesi oranında katledilen demokrasi, bu gün siyaset erkinin kıskacında benzer bir akıbete sürüklenebilir.

Ve kanımca; bu kısa vadeli öngörü ve uygulamalar bizlere, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, hak ve adaleti, sosyal ve ictimai yaşam koşullarını derinden yaralasa da,sekteye uğratsa da, Milleti istiklal ve istikbali hususlarda endişeye,kaygıya sürüklese de ve yine kanımca; dahili ve harici terörize devletlerin ve örgütlerin kıskacında yaşam ve yok olmama mücadelesi veren ülkemizin bir savunma ve korunma refleksinden başka birşey değildir.

Daha büyük tehlike ve tehditlere karşı, demokrasi ve hukuk dışı uygulamaların raftan indirilmesi ve bir müeyyide içermesinin de başka hiç bir haklı sebebi olmayacaktır.

Lakin dozajı ve tarafı iyi ayarlanmamış bu müeyyidelerin bir çifte standardı içermesi, milletin bedel ödemesine, suçsuz insanlara sirayet etmesine, güçlü ve inisiyatifli olanların bazı bedellerden sıyrılmasına, üzerinde konuşlandırıldığı toplumu korku ve endişeye sürüklemesine ve sığınacak son liman hukuk ve demokrasinin işlevselsizliğine sebep olarak bu yeni sistemi asli mecrasından ve menbaasından uzaklaştırabilecek beklide erken ölümüne sebep olabilecektir.

Türk Devletini korumaya ve savunmaya alan, iyi niyeti bile devletle birlikte sorgulama boyutuna sürükleme riskini de beraberinde getirebilecektir.

31 Mart seçim sonuçlarının bu hassasiyetler çerçevesinde değerlendirilmesi ve ders çıkarılması gerekliliğinin özellikle altını çiziyorum.

Bizce toplumların sosyal ve ictimai düzenini sağlayan bu üçlü insani ve sosyolojik toplumsal kurumların garantörü; Koruyucusu ve kollayıcısı kendi devamlılığı, sürekliliği, tehlikeler karşısında ki zinde ve dinamikliği ile Sosyal Hukuk Devletidir.

Bu nitelikte ki bir devlette dosta güven, düşmana korku salan en hayati mekanizmaları yaşatan ve işleten bir erktir.
Sosyal Hukuk Devleti; Gücünü Milletten, milletinin haslet ve değerlerinden ve milletinin maddi ve manevi potansiyellerinden alır.

Kısa vadeli tehlikeler karşısın da, gerekli önlem ve uygulamaları yapsa da, uzun vadede milleti mutlu,hür,bağımsız,güçlü kılacak sistemin mihenk taşlarını belli bir kişi ve zümrenin insiyatifi ile asla riske atmaz.

Binlerce yıllık devlet olma ve onlarcasını kurma ve yıkma mütekabiliyetine sahip Türk Milletinin ,Devletinin ali menfaatleri karşısında ki fedakarlığını, özverisini ve millet olabilme onuru ve vakarını göz ardı etmeden,hiçe saymadan, milleti ezmeden,mağdur etmeden, korkutmadan,endişeye sürüklemeden, aç ve sefil bırakmadan, içeride sefaletin,dışarıda mahkumiyet ve esaretin eşiğine getirmeden, devleti koruyanlar, kollayanlar, savunanlar ve bu minvalde ki köklü bir sistem reformunu gerçekleştire bilenler ancak başarılı olabilecektir.

Unutmamalıyız ki; Devlet güçlü ise, millet ancak hür, mutlu ve tok olur ve de bu hasletlere dayalı bir kişi , zümre ve zihniyet gücün ancak sembolü olabilir.! Güçlü devletin enerjisi de Millete haizdir.!

Yani söz konusu güç yegane iki paydaş Devlet ve Millettir.
Devlet ve Millet erkinin kutuplaşmanın ötesinde karşılıklı hayati bağlılığı, sadakati ve birbirine bağımlılığıdır. Bu bağa kişi ve zümre bağlamında kesinlikle makas atılmamalıdır.!

Bu bağlamda devlet aslında toplumsal bir sözleşme, her nevi şahsi ve siyasi menfaatin ötesinde bir akiddir.!

Maalesef ki yakın siyasi tarihimizde bu akde mugayir menfaat ve çıkar çatışmaları, her kesimin ortak menfaatlerinin buluşması ile sembolleşen devletin ali menfaatleri ile kesişip, devleti, dolayısı ile milleti acze ve çaresizliğe sürükleyebilmiş, yeni kurulan dünya düzeni içerisinde, etrafımızda cereyan eden Ateş çemberini yakan para-silah ve enerji denklemi ile bir taraftan bizleri figüratif bir payandalığa sürükleme ihtimali devam ederken, diğer taraftan ise yeniden bir istiklal ve istikbal mücadelesinin eşiğine, kanla revan bir imtihana tabi tutabilir.!

Böylesi bir mücadele ise ancak dosta güven, düşmana korku salan, Milletini mutlu, huzurlu ve müreffeh kılan bir Millet, Sistem ve Devlet denklemi ile mümkündür.!

Bir Millet ise Devletinden, istikbalinden ve istiklalinden şayet emin ise bu minvaldeki bir mücadeleye girebilir.

Türk Devletinin korunmaya ve savunmaya muhtaç kaldığı bu dönemde, Milleti korunmaya ve savunmaya muhtaç ve mecbur bırakmayacak demokrasi ve hukukun ışığında sosyal ve siyasal toplumsal mutabakat, uzlaşma ve barış en geçerli reçetedir.!

“Türk Devletini ALLAH Korur.! Asıl hunharca kullanıp acze sürükleyip , nerede ise bölünmesine,yıkılmasına sebep olanlara bu gün yeni sistemin zahmeti,külfeti ve hamallığı düşmüş

Biz ülkücülere ise liderimiz Devlet Bahçelinin yeni sistemin mihenk taşı olarak yüksek öngörüsü,feraseti ve fedakarlığı ile kurucu rolünün ve yüceltilmesinin düştüğü ; bu süreçte bu yeni sisteme destek olmak en yakışanı olmuştur.

Yeni sistem ile Devletin bütün kurum ve kuruluşlarının yeniden dizayn edilerek bir sistem ve yöntem temeline oturtulması sürecinde, yeni sistemin sembolik temsilcilerine düşen; hasbelkader yönettikleri geçmişe dair devlet ve millet anlayışından uzak, partizan ,sendikal,inanç ve düşünce taasubiyetinden ırak sadece ve sadece liyakat ve ehliyetin belirleyici olabileceği bir sistemin kurulmasında,yöntemin geliştirilmesinde kendilerine düşen görevi yapmaları olacaktır.

Geçmişteki şahsi, siyasi taasubiyetleri, menfaatleri doğrultusunda, Devlet yönetiminden liyakat ve ehliyet sahibi ülkücü kadroyu ,uzak tutarak,hiçe sayarak,göz ardı ederek devlete ve millete hasım etnik bölücü ve paralel kuşatıcı terör örgütleri ile kol kola olmanın, Devlete ve Millete kendi maliyetlerini unutmadan, bu hayati hatalarının tekrar bir telafisinin de mümkün olmayacağının ve bunun vebalinin kendilerine ve efratlarına ,sonraki nesillerine çok ağır bedellere dönüşebileceği gerçeği ışığında hareket edip, Devleti ve Milleti sistem ve yöntem dahilinde liyakat, ehliyet, samimiyet ve sadakat üzere yönetebilecek omurganın dizilebilmesi ve işin ehline teslim edilmesi, yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminin başarısı ve devamlılığı için kaçınılmaz bir realitedir.

Öncelikle emperyalist batının son rahlede dize çökertmeye çalıştığı Türk devletinin ve milletinin tekrar kendi ayakları üzerine doğrulması zaruriyeti ile ikame edilen bu yeni sistemin omurgasını oluşturabilecek liyakate, ehliyete, samimiyet ve sadakate sahip ülküdaşlarımıza evelallah çok büyük işler ve sorumluluklar düşecektir.

Bu sorumluluk ve görevlerin uhrevi veballerimize dönüşmemesi ve Cumhurbaşkanlığı Sisteminin başarısı için Cumhur İttifakının, Cumhur İktidarına dönüşmesi dileklerimle…

selam-saygı-dua

Haber Editörü : Tüm Yazıları
YORUM YAZ