İstanbul…
Kısmet bugüneymiş meğer; İstanbul’un kendine has dokusunu kaybettiğine dair daha önce de yazmaya niyetlenmiştik ama bir türlü fırsat olmamıştı…
Hani diyor ya şair:
-İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı diye…
İstanbul o İstanbul değil artık…
Dört tarafını ruhsuz binalar ve beton yapılar sarmış artık…
Uzun uzun…
Bazıları bu yapıları her ne kadar “modern mimari” diye tarif etse de, gelinen nokta aslında tam bir hilkat garibesi…
Geç oldu, evet…
Yatay yapılaşmaya yönelik ihtiyaç keşke bundan 10-15 yıl önce fark edilebilseydi de; şehirlerimiz bugün olduğu kadar ruhsuz olmasaydı…
Kısacası İstanbul ürküttü bizi…
Ve bir o kadar da üzülmemize sebep oldu…
Düşünün ki; aydınlatmaları bile samimiyetten çok uzakta…
Hep bir özenti…
Hep bir taklit…
Hatta bazı bölgeleri var ki, sanırsınız Las Vegas mübarek….
Emin olun!
Bu hal böyle devam ederse, İstanbul’un bundan 10 yıl sonra bize benzeyen hiçbir tarafı kalmayacak…
Peki, biz kimiz?
Biz Anadolu’yuz…
Biz dünyanın dört bir yanında eşsiz mimari eserler bırakmış bir anlayışın temsilcileriyiz…
Her neyse…
Gelelim Erzurum’a…
Erzurum’un bugünkü hali, aslını sorarsanız 20 yıl öncesinin İstanbul’u…
Eğer yapılaşma şekli ve mimari anlamda gerekli ve doğru adımlar bugünden atılmazsa, 20 yıl sonrasının Erzurum’u da İstanbul’dan farksız olacak…
Ruhsuz…
Ve yabancı…