Eskiler, bir kavramı veya kavramları ifade ederken çok esetetik ve güzel tabirler kullanırlarmış gerçekten.“anâsır-ı erbaa” dedikleri tabir de bunlardan… “Dört unsur” mânâsına gelen bu kelimelerin içine hava, ateş, su ve toprak giriyordu. Suyun dışında kalan diğer üç unsurun ne anlama geldiğini, hayati önemlerine dair bir şeyler söylemenin burada lüzumu yok. Ancak suya dair, susuzluğa dair söz sermayesi ziyadesiyle var.
Türk Milleti’nin suya ve temizliğe verdiği önem, müslüman olduktan sonra daha da artmıştır. Su, temizliğin ilk öğesi olmakla beraber, şiirlere, edebiyata da konu olmuştur. Literaratüre ‘’ Türk Hamamı’’ isminin girmesi gibi, geçmişte Avrupa limanlarında sık sık vebâ ve kolera salgınlarının görülmesi de bir tesâdüf değildir elbette.
Oğuz un Bayat boyundan olan Fuzûlî, Hazret-i Muhammed s.a.v. efendimize hitâben yazılmış bu mısrâsında şöyle diyor:
“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urub gezer âvâre su”
“Senin ayağının bastığı toprağa yetişmek, erişmek için ömürlerdir akmakta olan su, bu maksadına ulaşmak uğruna, başını taştan taşa vurarak, Yeryüzü’nde gezip duruyor.”
Türk’ün ‘’Gül ‘’ ile remzettiği Hz. Peygambere olan muhabbetinin bir ifadesi olarak; suyu gül ile kavuşturma aşkını anlatmakta her daim. Suyun yeryüzünde gezdiği gibi, bu sevgi de gönlümüzü harlandıracaktır diyelim…
Suya bu kadar önem veren milletimiz, milli irfanımız ve medeniyet tasavvurumuz, ilim yolunda tozlanan çarıkların ve kaftanın, helal ekmek derdiyle kirlenen ellerin suyun temizlemesinden üstün olabileceğini de göstermiştir zaman zaman diye düşünüyorum
Nasıl mı? İşte bir misal,
Bilinen meşhur kıssadır; aynen aktaralım: Mısır Seferi’nden dönüşte, çamurlu bir yoldan geçilirken, Anadolu Kazaskeri Kemâlpaşazâde (İbn Kemâl)’nin atının ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın kaftanına sıçrar.
Hiddeti ve gazabı ile Cihân’ı titreten Türk Hâkânı’nın, Molla Kemâl’e nasıl davranacağı merâk edilirken, orada bulunan devlet erkânının cümlesini hayretler içinde bırakan bir Yavuz kelâmı, ilme,âlime verilen kıymetin, kadife yumuşaklığındaki tezahürüdür. Korkudan yüzü sararan büyük Âlim’e dönen ve parlayan gözlerle bakan Yavuz:
“Hoca Hazretleri! Hafv etmeyesiz! (Korkmayınız) Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan şu çamurlar, bizim kaftanımıza ziynettir.”
Kemâlpaşazâde’yi ve oradaki bütün devlet ricâlini rahatlatan bu sözlerden sonra, hemen yanındaki Çavuşbaşı’na bakan Yavuz Sultan Selîm Hân:
“Çavuşbaşı, tiz usûlünce yazdırasın. Vasiyetimdir, bu kaftan temzilenmeye, bu çamurlarla muhâfaza edile. Yarındasında Hakk’a sefer eşdiğimde, murâdımdır, sandukamın üstüne serile.”
Bugünlerde Mukaddes kitabımız Kur’an’ı Kerim için “Bu Allah’ın kelamı olamaz” diye video yayınlayıp, insanların ve bilhassa gençliğin zihnini bulandıran, imanlarını sorgulatma tuzağına düşüren ve deizme iten, sözde âlim,hoca kılıklı ilahiyat profesörünün ve o yol üzere yol tutmuş cümle ilim ehli görünümlü ; aslında koltuk ,şöhret ve makam taliplilerinin temizlenmeye layık cübbeleri yoktur nazarımızda…