Sosyal medyada dikkatimizi çekti, kime ait olduğunu da bilmiyoruz ama açıkçası çok hoşumuza gitti…
Deniliyor ki:
“Sen kulağını hissettiklerinle meşgul et… Çünkü herkes dilde kendi iyiliğini konuşur…”
Ne yalan söyleyelim, çok etkilendik…
Sizce de öyle değil mi?
Sayfalar dolusu cümleyle anlatılamayacak bir durumu özetlemiyor mu bu söz?
Yani, bir insan kendisi hakkında ne derse desin, ne anlatırsa anlatsın, kendisini bilene-bilmeyene, tanıyana-tanımayana nasıl pazarlarsa pazarlasın, değişmez bir tek hakikat var, o da kendisi hakkında neler hissettiğidir…
Hani söylenir ya bazen:
“Geç aynanın karşısına ve bak bakalım kendi kendine hakkını helal edebiliyor musun?” diye, aynen o misal işte…
Çünkü bir insanı en iyi tanıyan, yine insanın kendisi olurmuş…
Haksızlığını allayıp pullayıp “haklılık” gibi göstermeye çalışsa da, eğriyi süsleyip püsleyip “doğru” diye sunmaya çalışsa da, aslında neyin eğri, neyin doğru olduğunu, kimin haklı kimin haksız olduğunu yine en iyi kendisi bilirmiş…
Ve işte biz buna kısaca “vicdan” diyoruz…
Vicdan, insanın içindeki polis, insanın içindeki mahkeme ve o mahkemenin hâkimi değil midir?
Vicdan, dil farklı konuşsa da, asıl konuşulması gerekenlerin başka şeyler olduğunu kulağımıza içten içe fısıldayan değil midir?
Vicdan, başımızı yastığa koyduğumuz andan itibaren uykularımızı kaçıran ve bir avuç doğruyu kesinlikle bir dünya eğriye tercih etmememiz gerektiğini sıkı sıkı tembihleyen iç sesimiz değil midir?
Öyledir elbette…
Ve vicdan; karşısına geçip de kendi kendimizin içini bile görebileceğimiz o aynadır işte…
Ne mutlu o aynanın karşısına çıkabilene!
Ne mutlu o aynada kendi gözlerine gözünü bile kırpmadan bakabilene!
Ve ne mutlu o aynada hakkını kendi kendine bile helal edebilene!
Ne mutlu…
*
Kuluz, beşeriz…
Ve hepimiz biliyoruz ki; yeryüzünde her birimiz imtihandayız… Mevla kimimizi varlıkla, kimimizi yoklukla, kimimizi sevinçle, kimimizi hüzünle, kimimizi mevki, kimimizi makamla, kısaca her birimizi bir vesile ile imtihan ediyor…
Hem bu imtihan öyle okullarda olduğu şekliyle bir disipline tabi olarak da yürütülmüyor…
İmtihanı eden kazanmanın yolunu da gösteriyor; soruyu soruyor ama neredeyse binlerce yaşanmış örneği de gözümüzün önüne koyarak bir nevi doğru cevabı da gösteriyor…
Mealen buyuruluyor ki Ayet-i Celile’de:
Kim zerre kadar kötülük ederse onun karşılığını görür… Kim de zerre kadar iyilik ederse, onun karşılığını görür…
İyiliği biliyor muyuz?
Biliyoruz…
Peki, ya kötülüğü?
Onu biliyor muyuz?
Onu da biliyoruz…
E, şimdi sormak gerekmez mi sana, bana, ona, buna, şuna, kısaca hepimize:
Böylesine basit bir imtihan mı olur, diye…
Oluyor işte…
Ve söz yine dönüp dolaşıp karşısına geçmemiz gerektiğini ifade ettiğimiz o aynaya geliyor:
Ve çocukluğumuzdan bildiğimiz o meşhur hitap:
Ayna ayna söyle bana!