Vefa… Zamanla anlamı solmuş, değeri yıpranmış, unutulmuş bir haslet. Oysa insanı insan yapan, sadece iyilik etmek değil; yapılan iyiliği unutmamak, ona sadakatle bağlı kalmaktır. Ne yazık ki yaşadığımız çağ, vefanın gölgede kaldığı bir zaman dilimi. Hızla tüketilen dostluklar, menfaatle kurulan ilişkiler, hafızasını kaybetmiş yüreklerle dolu bir dünya… Peki insan neden vefa göstermez?
Bu soruya en doğru cevabı yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim verir. Cenab-ı Hak buyurur:
“İyiliğin karşılığı yalnızca iyilik değil midir?”
(Rahmân Suresi, 60. Ayet)
Bu ayet, insanlık onuruna ayna tutar. Vefasızlık, nankörlüğün zarif ama sahte maskesidir. Allah katında dahi, iyiliğe iyilikle mukabele makbul görülürken; insanın iyiliği görmezden gelmesi, kendi değerinden eksiltir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.”
(Tirmizi, Birr, 35)
Demek ki vefa, sadece insanlara değil; Yaratıcı’ya karşı da bir duruşun adıdır. Vefa göstermeyen, Rabbine karşı da nankörlük içerisindedir. Çünkü vefa, şükürle beslenir; minnettarlıkla yaşar.
Tarihten ibretli örnekler saymakla bitmez…
Hz. Ebubekir (r.a.), halife olduktan sonra bile Resûlullah’a (s.a.v.) hicrette yoldaşlık eden mağara arkadaşlığını hatırlamış, onun ailesine ve yakınlarına her zaman özel bir hürmet göstermiştir. Bu, sadece bir sadakat değil; bir vefa destanıdır.
Selahaddin Eyyubi, Haçlılara karşı Kudüs’ü fethettiğinde, düşmanlarına bile insafla muamele etmiş, geçmişte kendisine ihanet eden bir komutanı affetmiştir. Yanındakiler şaşırınca şöyle demiştir:
“O, bir vakit bana sadakatle hizmet etti. O günleri unutursam, ben kim olurum?”
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra hocası Akşemseddin’e duyduğu vefayı, onu herkesin içinde onurlandırarak göstermiştir. Tahta oturtmaya bile kalkmıştır. Bu, “hocanın hakkı ödenmez” sözünün ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Kanuni Sultan Süleyman, sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’nın ölümünden sonra bile onun adına hayır kurumları açtırmış, dostluğun ve yoldaşlığın hatırasını yaşatmıştır. Devlet yönetirken bile vicdanını rehber kılmıştır.
Şair Fuzuli, Bağdat valisinden karşılık beklemeden yazdığı kasidede şöyle der:
“Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar.”
Bu sitem, aynı zamanda bir vefa arayışıdır.
Peki bugün insan neden vefa göstermez?
Çünkü unutur.
Çünkü nefsi ağır basar.
Çünkü menfaat, vefayı gölgede bırakır.
Çünkü kalpler yorulmuş, sözler ucuzlamış, sadakat terk edilmiştir.
Oysa atalarımız ne güzel demiş:
“Vefa, imandandır.”
“İyilik eden, iyilik bulur.”
“Balık unutsa Halık unutmaz”
Bunlar, bize vefanın hem bir ahlak hem de kültür kodu olduğunu anlatır.
Mevlana da şöyle der:
“Vefa nedir bilir misin? Ezber değil, tekrar değil; hatırlamak değil… Unutmamaktır.”
Son söz yerine:
Bu çağda vefa bir azınlık meziyetidir. Ama unutmayalım ki, vefayı kaybeden, aslında kendini kaybeder.
Unutmayalım:
“Vefasızlık, insanın kendi kalbine ihanetidir.”
Öyleyse gelin, iyiliği unutmayalım, vefasız olmayalım. Çünkü vefa, insan kalabilmenin son kalesidir.


